Aydın, bir toplumun sadece önünü değil, ruhunu da aydınlatan bir ışıktır. Bilgisiyle bir pusula, birikimiyle bir köprü, vizyonuyla ise geleceğe uzanan bir fenerdir. Ancak son yıllarda, bu fenerin ışığının giderek titrekleştiğini, hatta bazı köşelerde karanlığa teslim olduğunu ürpertiyle müşahede ediyoruz. Özetle ifade edecek olursak; aydın kıtlığı yaşıyoruz; bu, toprağın suya hasreti gibi, ruhun anlam arayışının çoraklaşmasıdır. Sessiz ama derin yok oluşun kökleri nerelere uzanıyor? Bu erozyonun en acı belirtilerinden biri, eğitim sistemimizin labirentlerinde bilimsel düşüncenin ve eleştirel aklın gölgelerde kalmasıdır. Üniversitelerimiz, hakikatin peşindeki cesur yüreklerin, bilimsel çalışmaların giderek daha az desteklendiği, bilim insanlarının ise toplumun alkışlarından ve takdirinden mahrum kaldığı mekanlara dönüşüyor. Oysa bir aydın, sadece okul sıralarında ya da üniversite amfilerinde yeşermez. Aydın olmak, bir ömür süren, ruhu doyuran bir öğrenme yolculuğudur; bilime duyulan derin bir saygı, sanata hissedilen coşkun bir sevgi, edebiyatın sonsuz dünyasına yapılan bir keşif, felsefenin derinliklerinde atılan cesur adımlar ve insanlığın ortak mirasına duyulan sarsılmaz bir bağlılıktır. Bugünün ekranlarında, sosyal medya girdaplarında ya da gazete sayfalarında, bilginin süzgecinden geçmiş, derinlikli tartışmaların yerini, yüzeysel ve popülist rüzgarların savurduğu ham sözler aldığını hepimiz biliyoruz. Bu durum, toplumun genel zihinsel iklimini zehirlemekte, bilgiye dayanmayan, duygusal ve anlık tepkilerle şekillenen kanaatler, giderek daha fazla insanın gerçeklik algısını çarpıtmaktadır. Elbette, bu hazin tablonun sorumluluğunu sadece iktidara yüklemek büyük bir haksızlık olur. Elbette kurumların ve medyanın da bilginin bayrağını taşıması, bilime ve öğrenmeye adanmış hayatları desteklemesi hayati bir zorunluluktur. Ancak son yıllarda bu desteğin nasıl inceldiğini, nasıl göz ardı edildiğini acıyla izliyoruz. Bilim insanları, kelimelerin sihrini taşıyan yazarlar, düşüncenin sınırlarını zorlayan düşünürler, sanatçılar… İşte onlar, bir toplumun aydınlık yüzü olmaları gerekirken günü birlik izahlarıyla milletimizi hayal kırıklığına uğratmadılar mı? Yani aydın kıtlığının en temel nedenlerinden biri, bilginin ve öğrenme arzusunun değer kaybetmesidir. Bu düşüş, tüm toplumu saran bir krizdir. Bu krizden çıkışın yolları ise bellidir: Bilgiye, bilime ve entelektüel çabalara yeniden hak ettiği itibarı kazandırmak. Eğitim sistemimizi bu anlayışla yeniden inşa etmek, bilimi ve bilgiyi sadece seçkinlerin değil, toplumun her kesiminin ulaşabileceği bir değere dönüştürmek ve her bireyde bilimsel düşünceyi ve eleştirel aklı teşvik etmek. Unutmayalım ki, karanlık ne kadar koyu olursa olsun, bir tek kıvılcım bile geceyi yırtmaya yeter. O kıvılcım, bilgiyi arayan, öğrenmeye susayan ve aydınlığa özlem duyan her birimizin yüreğinde saklıdır ve’s-selam.