Caddelerde yürütülen tanklar, cadı avına benzer başörtülü kadın avcılıkları, mezuniyet törenlerinde ağızları kapatılan okul birincisi başörtülü kızlar, yeşil sermaye denilerek fişlenen işletmeler, şirketler… şimdi geriye dönüp baktığımızda birer korku, gerilim filmi konseptinde ürkütücü ve karanlık, dehşet verici günler, zamanlar görüyoruz! 1997’de bebek olmayan herkesin bir şekilde hatırladığı bu dönem bazıları için bir gazete haberi, ana haber bülteninde günün konusu, irticayla mücadele olarak algılanmış, uzaktan izlenen bir siyasi gündem olarak yorumlanmış olabilir. Aslında bunun bir ihtimal, olasılık değil gerçeklik olduğunu, kimileri için yobazlara yönelik bir operasyon zinciri olarak görüldüğünü hepimiz biliyoruz. Öyle ya, ekranı dolduran Ali Kalkancılar, Fadime Şahinler, entrikalar, arkası yarın formatında iç içe geçmiş ve insanları bir dizi tadında ekrana bağlayan yapımlar… büyükşehirlerin caddelerinde bir anda pıtrak gibi peyda olan; ellerinde asalar, sarıklı, cübbeli Aczimendi toplu geçitleri ekranlardan üzerimize boca ediliyordu. Ne korkunç görüntüler yaşanmış ve toplumun derin bir sessizliğiyle karşılık bulmuştu! Sınavlara girip kazandıkları üniversitelerde başörtülü olarak okumak istedikleri için kampüs kapısı önlerine yığılmış, polis kordonuna alınmış, devleti yıkmak için bomba taşıyan kişiler gibi yerlerde sürüklenmiş, hışımla polis araçlarına taşınarak istiflenmiş tek suçları başörtüsü takmak olan genç kadınlar… bu eylemler sırasında karnındaki bebeğini düşürenler, engelli kalan gencecik kızlar, saçlarından sürüklenip okul dışına atıldıktan sonra okulu bırakıp baba ocağına geri dönen 18, 19 yaşındaki çocuklar; bizim kızlarımız! Aileleri tarafından okumaya zorlananlar olduğu gibi içerisine düştükleri buhranla saçma sapan evlilikler yapan, hayatı boyunca bu travmayı atlatamayan yarım kalmış bir hayali kalplerinde taşıyarak hüzne hizmet eden genç kadınlar! Aynı okulda okuduğu, aynı sırada oturduğu kişiler mezun olup memur olarak atanırken merdiven altı işyerlerinde, insan kanını emen şirketlerde birkaç kişinin işini yaparken asgari ücrete talim ettirilen üniversite bıraktırılmış kadınlar! Valiliklere, kamu binalarına alınmayan, görüldükleri her yerde böcek muamelesi çekilen, mümkün olduğunca evden dışarıya çıkmayan kadınlar! Sokaklarda, mahallelerde “Fadime Şahin” diye arkasından bağrılan, taciz edilen, itibarsızlaştırmaya çalışılan başörtülüler! Başını açmayıp memleketteki evine döndüğü için okuldaki nişanlısından, evlilik planı yaptığı arkadaşından ayrılanlar! Kocasının terfisine, mesleki kariyerine engel olduğu için başını açanlar, açmadığı için kocaları tarafından boşanma davalarına davet edilen, evlilikleri biten kadınlar! 28 Şubat, modern dünyanın cadı yerine başörtülü kadını koyarak bir infaz peşinde koştuğu günlerin adıdır! Bugün gençlere masal, ütopik bir hikaye gibi gelen, yakın tarihimizin izlerini hala taşıdığımız hadiseleri olarak canlı ve yaşıyor! Yılda bir kez hatırlanan, yeni neslin hiç bilmediği korkunç ve en karanlık şubat. Çevik Bir ölür, darbeciler yargılanır, zaman geçer, sen darbeyi hatırla kırmızı karanfillerle…