Zaman geçiyor… Şu devirde, bu klişenin hangi cümleden evvel, hangi cümleden sonra söylendiği önemli. Hız dünyasının yorucu döngüsünde giderek kıtlaşan vaktin beyhude harcandığına dair bir hayıflanmadan önce mi; yarını kendine göre biçimlendirme ve kârlı hâle getirme endişesinin dile gelişinden sonra mı?.. Ama bu sorgulamaların ikisi de birbirinden hiç haz etmiyor. Çünkü önce söylenen pişmanlığa, sonra söylenen tamahkârlığa dair. Pişmanlık duygusu ya da nedamet, insan kalabilmeye dair bir ihtiyaç olmasaydı, Hz. Âdem’den başlayarak tüm insanlık tarihini kuşatan ve İslam’ın öngördüğü tevbe/istiğfar – af/mağfiret itikadının hem telkin, hem emir hem de yaşanmışlıklarla hayatlarımızı donatması mümkün olmazdı. İnsanın yaradılışından haber veren Kısas-ı Embiya’nın tâ en başında edilen tevbe ve istiğfara karşılık Yaradan’ın lütfettiği af ve mağfiret örneği, büyük hatalar işlemiş bile olsa hatasını kabul ederek tekrar yapmamayı vadeden her insan için bir umut olduğunun işaretidir. Ve bu umut, kıyamete kadar sürecektir. İnsan pişman olmadan tevbe edemez, çünkü pişmanlık kişiyi af dilemeye yaklaştıracak ve olgunlaştıracak duygudur. Tarumar edilmiş hayatlar ve beldelerle dolu dünya geçmişi, pişman olmayı bilmeyen, suçluluk duymayan katı kalplerin eseridir. , Pişmanlık büyük hatalardan döndürür. İnsanın tefekkürle varabildiği, gafletinden arınabildiği sığınağıdır. O yüzden pişmanlık hâli, insanın kendine kolayca atfettiği uyduruk kutsiyetin dokunulmazlık tahtını sarsar, dünyevi oyalanmalarla sürükleyip duran aymazlığını silkeler ve kalbinin katılığını giderir. İnsana acizliği öğrettiği ya da hatırlattığı için bir mertebedir. Tamahkârlık ya da açgözlülüğe gelince… Onun için denilecekler tükendi, ama tamahkârlık bir türlü tükenmedi. Bu yazıdaki konumlanması üzerinden ele alırsak, insanın kendini daima öncelediği bir kör döğüşüdür açgözlülük. Her şeyi hep kendine istediği, ne istediyse en iyisini istediği… İnsanın kendisine dünyaları layık gördüğü bir tutumdur. Çünkü açgözlülüğün sınırı yoktur. Tıpkı içinden bir uzuv sayıldığı kötülük gibi… Yaradılışımız, suça da pişmanlığa da meyilli. Suçtan kasıt, insanın kendi yaradılış gayesinden uzaklaştırdığı tüm davranışları. Çünkü insanlığa her türlü zarar verenler, en fazla kendine eziyet eder. Peygamber Efendimiz, “Hiç kimse yoktur ki, ölümden sonra nedamet duymasın.” demiştir. Dünya zamanı, keşkeleri çoğaltan bir kıtlık devrindeyken bile niçin gitgide pişmanlıklar azalır, tamahkârlık artar dersiniz? Yana yakıla zaman geçiyor, diye feryat ederken; insan, para, güç… hangisi olursa, hızlıca kazanıp daha hızlı harcayayım “ilke”si her gün daha fazla müşteriyi nasıl bulur kendine? Bunu anlaması güçtür, ama tamahkârlığa da, tamahkârlık sonrası pişman olmaya da yakın durur insan olma vaadimiz. Bir de tamahkâr olamadık, diye pişman olanlarımız vardır ki insanı insan yapan pişmanlıkla uzaktan yakından ilgisi yoktur bunun. Vakit sermayemiz hayatımızdan an an azalıyor. Yarından hesap sorulmaz. Çünkü yarınlar Allah’tan başka kimsenin tasarrufunda değil. Şimdiye en bitişik bir sonraki an’dan da sorulmaz. En yakın anlar dahi Yaradan’dan gayrinin bilgisinde değil. Hepimiz için belirsizliğini ve sırrını koruyan yarınlara bir söz, bir iş, bir hayır, bir gayret, bir saha, bir hedef, iyi olan her şeye dair bir iz kalabilir. Yalnızca kendimize değil, kendimiz beraberindekilere, kendimizden sonraya, ondan da sonraya… “İyi şeyler olsun da hep bana olsun, benim olsun, kârlar benim haneme, zararlar kim olduğu ile ilgilenmediğim başkalarının hanesine yazılsın” zihniyetini güdenlerle karşılaşmadığımız bir gün dahi olmasa bile; ardımızda iyilik bırakmak gayreti hepimizin boynunun borcu, insan olabilmenin emaresidir. Hayat ki, hepimizi içine alan bir bütün. Yaptığımız ne sadece bize kâr, ne de zarar. Ucu mutlaka bir başkasına, başkalarına dokunuyor. Ve hayat hepimizi ilmek eyleyip kendine eklemliyor. Onun için olanda, olmayanda, olamayanda, oldurulamayanda hepimizin payı var. Bugünler, dünden taşıyıp getirdikleriyle yarına emanet. Yarına yadigâr, yoldaş, sırdaş… Zaman geçiyor. Ama zaten sayılı bir dünya ömründen akıyor bütün vakitler. Zamanın geçerken hepimizden bir şeyler götürüyor ama hayat gidenleri telafi edecek olgunluğu ve güzellikleri taşıyor. Devirler devranlar kuruyor, biri yara açtıysa diğerini sarıyor. Zaman iyi ki geçiyor.