Dostlar çocukluğumuzun Ramazanlarını konuşmamızı istediler. O masum ve dingin zamanların oruçlarını. Benim hemen hatırıma su geldi… Su. Oruca başladığımız yetmişli yıllarda mevsim yazdı. Yaz tatillerinde dedeme yardım için mutat olarak gittiğimiz o günlerde, o uzun yaz günlerinde Ramazan sevinci benim için iftar vaktinde suya kavuşmaktı. Oruç, susuzluğa sabırdı. Ramazan hatıralarını konuşmamı istediklerinde hemencecik o güzel zamanların dimağıma nakşetmiş “su” imgesi geldi. Su, hayat. Sürüden geriye kalan birkaç koyun yahut tosunun peşinde dereleri tepeleri dolaşırken, şırıl şırıl akan suları görür, baktığımız hayvanlarımızı sular, ama oruç olmamız hasebiyle su içmezdik. Su, işte şurada akar… Yaylanın pınarları ahenkle akarken, oruç olmanın yüklediği sorumlulukla sadece elimizi yüzümüzü yıkar, abdestimizi alır, bazen serinlemek için başımızı yıkar, suya dokunur, koklar ama hasretle beklerdik iftarı. Oruç beklemekti… Sabretmek. Eğer evde isek, harmanda çalışmış yahut orada burada ufak tefek işleri yapmış isek… İftara yakın bir zamanda suyun yanında açlık da galebe eder, çocukça serzenişlerle mızmızlanırdık. O vakit, evin büyükleri soğuk pınarlarda iftara su getirerek daha çok sevap kazanmamız telkin ederlerdi. Elimize tutuşturdukları güğümlerle iftar sofrasına serin sular getirmek için yola koyulur, oynaya zıplaya soğuk suların aktığı pınarlara koşardık. Velhasıl Ramazan su mevsimiydi. Suya hasretlik, serin suları peşine düşerek sakalık mesleğine sülük etme mevsimi. Ramazana dair hatıralar deyince, derunuma nakşedilen suya dair o zengin albüm hatırıma geldi… İftarı beklerken, o albümden bir kaç sureti paylaşmış oldum. Bilal Kemikli