Sabahın ilk ışıkları İstanbul’a düşerken, balıkçıların “Hey gidi koca İstanbul!” çığlıklarıyla uyanıyor bu şehir. Sanki her sabah, Göktürk Kitabeleri’nden fırlayan o kadim “Türk” sesi, Boğaz’ın sularında yeniden hayat buluyor. Dil dediğimiz şey, işte bu toprakların yüreğinin attığı yerdir; Yunus’un “Gelin tanış olalım” diye seslendiği çarşılar, Mehmet Âkif’in “Korkma!” diye haykırdığı cepheler, Karacaoğlan’ın “Elif” diye inlediği dağlar… Kelimelerimiz, tarihin tozlu raflarında değil, sokakların canlı ritminde yaşamalı. Şimdi tam da bu ruhu geleceğe taşıma zamanı. Gençler, Fatih’in fetih mektuplarını dijital ekranlarda okurken, bir yandan da Evliya Çelebi’nin seyahatnamesindeki “İstanbul” tasvirlerine dokunabiliyor. “Dijital Türkçe Platformu” girişimi, sadece teknolojik bir adım değil; adeta köklerle dalları buluşturan bir kültür köprüsü. Gaziantep’te bir lise öğrencisi, Artvin yaylalarında konuşulan Lazca kelimeleri yapay zekâ ile arşivlerken, Kars’taki bir nine, anlattığı masalların geleceğe aktarıldığını bilmenin huzuruyla gülümsüyor. Teknoloji, dilimizin bekçisi olmalı; celladı değil. Ancak modern çağın *”trend”*leri, *”like”*ları, *”influencer”*ları dilimizin inceliklerini kemiriyor. Türk Dil Kurumu’nun “Yabancı Sözlere Karşılık Bul” seferberliği, tam da bu noktada bir kalkan işlevi görüyor. “Beğeni” demek, sadece bir kelime değil; “biz” olmanın manifestosu. Sosyal medyada #TürkçeBenimKimliğim etiketiyle şiirlerini paylaşan gençler, farkında olmadan bir direnişin neferleri oluyor. Çünkü dilini kaybeden, sadece kelimelerini değil; kimliğinin pusulasını da kaybeder. Dilin gücü, sınırları aşan bir kudrettir. Bosna’da Yunus Emre Enstitüsü’nde Türkçe öğrenen öğrenciler, “hoşgörü” kelimesini telaffuz ederken Anadolu’nun bin yıllık felsefesini özümsüyor. Japonya’da “girişimcilik” diyen bir CEO, aslında Türk insanının azmini dünyaya taşıyor. Türkçe, sadece bir iletişim aracı değil; insanlığa sunulmuş bir barış sofrası. Peki ya sokaktaki insan? Çocuğuna “tablet” yerine “beştaş” oyununu öğreten anne, bakkala girerken *”Merhaba”*nın yanına “Çocuklar nasıl?” diye ekleyen dede, mahallede “Çık dışarıya!” diye bağıran çocuk… Dil, işte tam da burada hayat bulur. “Mahalle Kütüphaneleri” projesi, Nasreddin Hoca’nın fıkralarını dijital çağa taşırken, aslında ninelerimizin ninnilerini de ölümsüzleştiriyor. Unutmamalı: Bir dil, ancak halkın dudaklarında gülerse güzeldir. Atatürk’ün “Türk demek, Türkçe demektir” sözü, bu toprakların varoluş bildirgesidir. İster Van’da bir öğretmen olun, ister İzmir’de bir balıkçı… Hepimiz bu çınarın dallarıyız. Kökleri Orhun Abideleri’ne, dalları Nâzım’ın “Memleketim” mısralarına uzanan bu ulu ağaç, ancak hepimizin suyuyla yeşerir. Bugün attığımız her adım –sosyal medyada paylaşılan bir şiir, sokakta kurulan bir cümle, çocuğa öğretilen bir tekerleme– bu çınarı geleceğe taşıyacak. Çünkü dilini yaşatamayanlar, tarihin karanlık koridorlarında kaybolmaya mahkûmdur. Türkçe’nin ölümsüzlüğü, onu taşıyanların yüreğinde gizli. Unutmayalım: Alfabeler değişir, kelimeler göç eder, ama bir dil; ancak onu konuşanların gözlerindeki ışık söndüğünde toprağa düşer. Biz, Orhun’dan Bursa’ya uzanan bir medeniyet köprüsünün taşıyıcılarıyız. Bu köprüden geçen her adım, çocukların dudaklarına kondurulan bir ninni, sokak aralarında yankılanan bir “merhaba”, gençlerin hashtag’lerine gizlenen bir *”vatan sevdası”*dır. Teknolojiyi bir kılıç gibi değil, kalkan gibi kullanalım. Yapay zekâ, Âşık Veysel’in sazındaki teli koparmasın; Karacaoğlan’ın *”Elif”*ini algoritmalara hapsetmesin. Aksine, Anadolu’nun bin yıllık hikâyesini dünyaya açılan pencerelerde aksettirsin. Dilimiz, İstanbul’un çay ocaklarında demlenen muhabbetle, Erzurum’un “dadaş” naralarıyla, Ege’nin “zeybek” ritmiyle var olacak. Son sözü, Konya’da Mevlana’nın dilinden dökülen şu cümleye bırakalım: “Söz, kalpten çıkmazsa, göğe yükselmez.” Türkçe’yi yaşatmak, sadece kelimeleri korumak değil; o kelimelerin içine üflediğimiz ruhu, yüzyılların birikimini, toprağın terini geleceğe taşımaktır. Bir annenin ninnisindeki “uyusun da büyüsün” temennisi, aslında hepimizin ortak duasıdır: Türkçe uyusun değil, büyüsün! Çünkü bu dil, her doğan güneşle birlikte yeniden doğar… Yeter ki biz, onu teknolojinin soğuk ekranlarına değil, insanlığın sıcak nefesine emanet edelim.