Eski bir Türk mahallesinde, kapıların üstündeki tokmakları düşünün. Kimi “horoz” şeklinde, kimi “eli belinde”… Tokmağın sesi, ev sahibine gelenin kim olduğunu fısıldardı. Gelen dostsa, kapı ardına kadar açılırdı. Yabancıysa, “kim o?” sesi yükselirdi içeriden. İşte güvenin en kadim hâli bu: Tanımak, hissetmek, sonra içeri buyur etmek. Türk insanı için güven, kapı tokmağı gibidir; sesini duymadan kimseye açılmaz, ama açıldı mı da sofraya ortak edilir. Peki neden bazıları bu tokmağın sesini duymazdan gelir? Belki de kontrol tutkusu yüzünden… Oysa Anadolu’nun bilgeliği şunu söyler: “Güven, testiyi doldurmak değil, suyu paylaşmaktır.” Bir testi kırılır, ama paylaştığın su, toprağa karışıp yeni filizlere can verir. İlişkiler de böyledir; güven, kırılsa bile geride bir iz bırakır. O iz, bazen bir öğüt, bazen bir tebessüm olur. Düşünün: Çocukken, size değer veren kişi ilk bisikleti aldığında, “Düşersen ben yanındayım” sesiyle, pedallara nasıl da güvenle basardınız. Şimdiyse yetişkin dünyasında, sevdiklerinize “Seni anlıyorum” demek… İşte güvenin özü bu. Yargılamak değil, yanında olmak. Mesela, annenizin size her akşam “Yemeğini yedin mi?” diye sorması… Bu soru, kontrol için değil, “Seni önemsiyorum” demenin ta kendisidir. Ama ya kırılırsa? Büyüklerimiz, “Güvenilmek, sevilmekten iyidir” der. Yani, güvenin kıymetini bilen, sevgiden önce onu korur. Köyde, yıllarca konuşmayan iki komşu, bir düğün davetinde aynı sofraya oturur. Bakarsınız, pilavın üstüne birlikte et doğrarlar. Güven, bazen bir tas çorba kadar sıcak, bazen bir bakış kadar derindir. Güven, Türk insanı için “emanet”tir. Tıpkı çocuğunu okula teslim eden bir babanın, öğretmene “Eti senin, kemiği benim” demesi gibi… Ya da mahalle bakkalının, veresiye defterine “Zamanı gelince” diye not düşmesi… Bu defterlerde para değil, insanlık yazar. Çünkü bilirler ki güven, faizsiz bir borçtur; ödenir ama asla bitmez. Peki nasıl başlar her şey? Kendine inanmakla… Bir kasap, kuzusunu en taze hâliyle tezgâhına koyduğunda, “Müşterim alnımın terini görür” der. Ya da genç bir öğrenci, üniversite sınavına girerken “Anamın duası arkamda” diye fısıldar… Güven, işte bu küçük adımlarla filizlenir. Şunu unutmayalım, güven, zayıflık değil, kök salmaktır. Tıpkı büyüklerimizin mektuplarında yazdığı gibi: “Evlat, sana güveniyorum. Çünkü sen benim kanımsın.” Bu cümle, yüzyıllık çınarlar gibi ayakta tutar insanı. Ya da bir öğretmenin, öğrencisinin sırtına dokunup “Bu senin hikâyen” demesi… O dokunuş, koca bir hayatı değiştirebilir. Gelin, şu iki cümleyi yüreğimize soralım: “Bana yalan söyledin.” “Sana inanmak istiyorum.” Birinci cümle, geçmişin ağırlığını omuzlarınıza yükler. Yargı, kapıyı çalar ve ilişkiyi bir mahkeme salonuna çevirir. Oysa ikinci cümle, geleceğe açılan bir pencere… “İnanmak istiyorum” demek, “Seni duymaya hazırım” anlamına gelir. Türk insanı, bu ikinci cümleyi seçer. Neden mi? Çünkü büyüklerimiz, “Güvenilmek, sevilmekten iyidir” derken, kalplerin ancak inançla tamir edilebileceğini anlatır. Güven, çorak toprağa atılan bir tohum gibidir. Toprak serttir, belki üstüne taşlar vardır. Ama sabırla suladıkça, kök salar. Tıpkı Anadolu’da bir tarlayı eken çiftçinin, “Yağmur yağmazsa ben sulayacağım” diye umut etmesi gibi… İlişkiler de böyledir. Aldatıldığınızda, “Bir daha asla” diye taş dikmek yerine, “Belki bu kez…” diye tohum ekmek… İşte gerçek cesaret bu. Güvenmek, cesaret ister. Ama bu topraklar, cesur yüreklerin toprağı. Bir mahalle bakkalı, veresiye defterine isminizi yazdığında… Bir otobüs şoförü, cüzdanınızı bulup size geri getirdiğinde… Hatta bir çocuğun, elindeki son lokmayı sokak kedisiyle paylaştığı an… Hepsi, güvenin ta kendisi. “Çınar olun” derken kastettiğimiz de bu: Kökleriniz sarsılmaz, dallarınız herkese açık olsun. Ninelerimiz, kapı eşiğine serdikleri kilimdeki motifler gibi… Her ilmek, bir hikâyeyi saklar. Kimi acıyı, kimi sevinci… Ama hepsi birbirine bağlı. Bu aklımızda kalmalı, yüreğimizdeki tokmağın sesini duyalım. Kimi “dost” diye çalar, kimi “yabancı”… Açtığımız her kapı, bize yeni bir dünya aralar. Korkmayın. Zira güven, kırılsa bile… Kırılan testinin suyu, toprağa karışıp yeni filizlere hayat verir.