Halepçe, Ortadoğu’da bir şehrin adı olmaktan daha fazlasını ifade etmektedir. Halepçe, insanlık tarihinde insanlığa karşı işlenen en vahşi soykırımlardan birinin adıdır. Halepçe, kimyasal soykırımdır. Irak diktatörü Saddam Hüseyin, Irak-İran savaşının (1980-1988) sonlarına doğru Kürt halkına karşı sistematik olarak yürüttüğü Enfal ve Halepçe soykırımlarıyla insanlığa karşı en işlenen en büyük suçlardan birinin suçlusu olarak tarihe geçmiştir. Otuz yedi yıl önce 16 Mart 1988 Tarihinde Saddam ordusuna bağlı savaş uçakları, Halepçe’nin üzerine attıkları kimyasal gaz saldırısıyla binlerce insanın ölümüne neden olmuşlardır. Saddam rejiminin en vahşi komutanlarından olan Ali Hasan al-Mecit, Enfal ve Halepçe soykırımının başsorumlusudur. Halepçe’ye kimyasal gazlarla saldırı emrini vermesinden dolayı ona Kimyasal Ali denilmektedir. Saddam, yeğeni olan Kimyasal Mecit’e Kürt sorununu nihai olarak çözmek görevini vermişti. Başur bölgesinde Kürt halkını tümüyle elimine etmek, bölge kaynaklarına tamamen el koymak için Enfal operasyonu denilen soykırım harekatı 1987 yılından itibaren uygulamaya konulmuştur. Enfal soykırımında, kadın-çocuk-yaşlı ayırımı yapılmadan bütün Kürtlerin topyekün ortadan kaldırılması için topyekün imha politikası uygulanmıştır.Dörtbin beşyüzden fazla köy yıkılmış, iki yüz bin insan öldürülmüş, erkekler öldürülmüş, kadınlara tecavüz edilmiştir. Kürtleri kafir gören Saddam rejimi, Kürtlerin mallarını, çocuklarını ve kadınlarını ganimet olarak kabul ettiği için bu soykırımın adını Enfal (savaş ganimetleri) koymuştur. Kürdistan bölgesinde hala toplu mezarlar ortaya çıkmaya devam etmektedir. İkiyüzbinden fazla insanın hayatını kaybettiği Enfal soykırımının baş sorumlusu Kimyasal Mecit, Kürdistan Kasabı olarak tarihe bir vahşi canavar olarak kaydedilmiştir. 1987 Yılının nisanından itibaren Saddam’ın ordusu, Balisan vadisindeki Kürt köylerine yirmiden fazla kiyasal saldırı yapmıştır. Kürt güçlerinin ilerleyişini durdurmak için Kimyasal Ali, 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe’nin kimyasal gazlarla bombalanması emrini vermiştir. 16 Mart günü saat on birde Saddam ordusunun 16 MİG ve Mirage savaş uçaklarından Halepçe üstüne Hardal, Tabun, Sarin ve VX gaz bombaları atılmıştır. Beş saatten fazla süren kimyasal bombalama, Halepçe’de insanlık tarihinin Hiroşima ve Nagazaki’den sonraki en barbar kimyasal soykırımlarından birinin yaşanmasına neden olmuştur. Kimyasal gazlardan gelen kokuyu elma kokusu sanan yedi binden fazla insanın gözleri yanmış, derileri soyulmuş ve nefessiz kalmış olarak hayatlarını kaybetmişlerdir.On binden fazla insan yaralanmıştır. Halepçe sokaklarında ölen kadınların, çocukların ve yaşlıların fotoğrafları, bütün dünyayı şoka sokmuştur. Çektiği fotoğraflarla Halepçe soykırımını dünyaya duyuran Ramazan Öztürk, gördüğü vahşeti şöyle anlatmaktadır: “ Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor. Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vâhşet gözleniyordu. Bütün sokaklar, caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliâm demek, faciâ demek hafif geliyor. Vâhşet. Vâhşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab’da gördüklerimizin de Halepçe’den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üzerinde taş kalmamış. İnab köyü de öyle. Bir tepenin eteğinde kurulu İnab’da yaşayan yüzlerce insan, Irak uçaklarının bombalarından kaçmak için çocukların alıp yollara düşmüşken gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışındaki yolda, ağaç diplerinde, yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş. Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise, insan cesetlerinden oluşmuş bir başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allâh bir daha bana böyle bir sahne göstermesin.” “Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken, kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Halepçe’nin bütün sokakları, Irak uçaklarının attığı kimyasal bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Atılan sinir ve siyanit gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrib olan bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan bu insanlar, sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada, hayvan dahil hiç kimse kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara, rüzgârın etkisiyle gaz bulutu şeklinde evlerin içindeki odalarda saklanmış insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim.” Hiçbir soykırımdan sonra aslında söylenecek söz yoktur. Ama soykırımların karanlığını ve vahşetini şiirden başka anlatacak yolda yoktur. Şerko Bekes, Halepçe isimli şiiriyle, Halepçe soykırımının karanlığını anlatmaktadır: “ayın on dördü, kalemimi uçurdu rüzgar, Goyje’de. /kalemimi bulup, yazınca dalga dalga uçuştu kelimeler./ ayın on beşi, kalemimi kaptı götürdü Şirwan./yakalayıp kalemimi yazdığımda, şiirlerim balık oldu./ ayın on altısı, ah! on altısı, Şehrezur aldı kalemimi./geri verdiğinde, yazmak istedim. Halepçe misali, parmaklarım yandı, kurudu!”