Son yıllarda iletişim konusunda verilen eğitimlerde, yapılan sunumlarda esas iletinin söz/kelimeler değil beden dili olduğu sıklıkla ifade edilmektedir. Yani insandan insana gelen mesajlarda söz, etki alanı en az olan ileti biçimidir. Esas ve doğru olan mesajlar kişilerin jest ve mimiklerinde, bedenlerini kullanırken yansıttıkları iletilerde gizlidir. Bu mesajları yakalamak için öyle çok abartılı eğitimler almaya, konuya ilişkin uzman olmanıza da gerek yok. Az ya da çok tüm insanlar beden dili ve jet/mimikler üzerinden gelen iletileri gözlemleme/görme ve yorumlama yetisine sahiptir. Elbette konuya ilişkin farkındalığın olması, en ufak ayrıntıyı kaçırmamayı ve hemen yakalamayı sağlar. İletişim ile ilgili alanlarla biraz ilgili kişiler için beden dili okumaları, jest ve mimiklerden gelen mesajları gün ışığındaki kırmızı gibi hemen görmesini sağlar. Bendeniz de hem alanlarından birinin iletişim olması hem de özel ilgim sebebiyle beden diline, insanların verdikleri gizli, örtük mesajlara çok dikkat etmişimdir. Zaten sözle bedeninin yansıttığı çelişki hemen sırıtıverir. Karşınızdaki kişi profesyonel bir oyuncu, tiyatro eğitmeni değilse eğer bu göstergeler karanlıkta uzun ışıklarını yakmış araç gibi gözlerinize doluverir. Bazen muhatabımla ilişkiyi sürdürebilme adına söz ve tutumuyla çarpışan bu belirteçleri görmezden gelmeye çalışıyorum. Aksi takdirde karşımdaki kişilerden gelen sahtelik, yapaylık yansıması kesin ve keskin izlerin, gözlerime projeksiyon ışığı gibi yansımasına rağmen iletişimimi sürdürmekte zorlanıyorum! Görmemiş gibi, fark etmemiş gibi, anlamamış gibi konuşmaya devam etmek, muhatabımın sahte gülümsemesine, övgüsüne inanmış gibi mukabelede bulunmak çok da kolay değil. Baştan aşağıya ikiyüzlülüğün, çıkarın cisimleşmiş halini izlemek bunu yaparken de görmüyor gibi ilerlemek her şeyden önce istikrarlı bir sukuneti zorunlu kılıyor… Çağlar içerisinde oportünizmin, çok yüzlülüğün nirvanaya ulaştığı bir dönemi yaşamak bizlerin bahtına düşmüş olabilir! Her şeyin olduğu gibi duyguların, tutumun imitasyonunu, sahtekarlığın altın çağını yaşamak da dönem insanının sınanması olarak karşımıza gelmiştir, kim bilir! Ancak gerçek sevilene samimi duyguyla yansıması gerektiğine inandığım tebessümü bırakınız ağız dolusu gülmeler, abartılı sevgi gösterileri ortalıkta uçuşuyor. Ne hikmetse herkes yüz yüze birbirini çok seviyor ama arkadan birbirlerine karşı en büyük düşmanlıklar sergileniyor. Yalanlar, iftiralar, ayak kaydırma girişimleri hayatın doğal süreci olarak kabul ediliyor. Öyle ki bunun için çıkarların çatışmasına bile gerek yok, mutlak ve sadece kazanan kişi olma hırsı bir de başkalarının başarısını hazmedememe isteği yeterli! Kötünün doğası, çoğunlukla bir sebebe ihtiyaç duymaz. Kazananın her koşulda kendisinin olması gerektiğine olan inancına eklemlenen, ötekilerin mutlak yenilgiye mahkum olması duygusu yeterlidir. Kötü, fıtratını ortaya çıkarmak, kötülük yapmak için gerekçelere ihtiyaç duymaz. Kötülük zaten kendisinin varlık sebebidir. Sizler de gözlerinizi etrafınıza şöyle bir gezdirdiğinizde en yakınınızda görünenlerden başlayarak iletişim kodlarındaki çeliklileri, samimiyet ya da bunun aksini rahatlıkla ve bolca görebilirsiniz. Esas mesele sizin neyi, ne kadar görmek istemenizde. Hakikatleri ne kadar kaldırabilirsiniz, etrafınızdaki sahteliği, sizi kandırdığını zannedenlere ne kadar tahammül edebilirsiniz…