İnsana, diğer canlılardan farklı olarak; kendi yaşam amaçlarını yani emellerini belirleme hürriyeti verilmiştir. Ve adına dünya denilen bu yer, emelleri ardında ömrü tükenen insanların, tamamlanmamış hikayelerinden ibarettir. Uman, arayan, arzulayan; yetiştiğini ve bulduğunu sandığı anda sükûtu hayale uğrayan insan…İnsanın evrensel yazgısı; emel etmek, aramak, ardı sıra kovalamak… İlk insandan bugüne dek, acaba kaç insan, emellerine ulaşmış olarak terk-i dünya eyledi? Bu soruya bir cevap vermek hayli güç, lakin bildiğimiz bir şey varsa o da insanın emel ve ecel arasındaki yaşamak macerası. Evet, evrensel bir olgu olarak, insanın ömrü, iki vakit arasında sürüp gider; emel ile başlayan ve ecel ile biten insan ömrü. Her insan gönlünde birçok emel taşır. Kimi dünyalık, kimi makam, kimi şan şöhret, kimi insanda kariyer peşinde koşar. Anne babaların emelleri kendinden ziyade evlatlarına dairdir. Bir dava ve ideal adamı, davasını cihanşümul bir dava yapmak için çabalar. Teknik direktörün emeli takımını şampiyon yapmaktır. Kumandanın emeli ise ordusunu muzaffer kılmak. Allah’ın da insana dair emeli vardır. İnsanın kendini bilmesi, Rabbini tanıması ve kısacık dünya hayatının sonunda sonsuz saadeti kazanması. İnsanın emellerini saymak ne mümkün. Belki insan adedince emel var yeryüzünde. Lakin bütün insanların birleştiği ve birbirine benzediği bir şey varsa o da emelleri bozguna uğratan, emelleri yarım bırakan, eceldir…İnsan ne yaparsa yapsın, ecelinden kaçamaz…İşte buna oldukça güzel bir örnek. Sevgili Peygamberimiz, bir gün ashabıyla sohbet ederken yere dört köşeli bir şekil çizdi. Şeklin ortasına da dışarı taşan bir çizgi çizdi. Sonra da şeklin kenarından ortadaki çizgiye doğru küçük çizgiler çizdi ve şöyle buyurdu: “İşte şu insan, şu da onu kuşatan ecelidir. Dört köşeli şekilden dışarı çıkan çizgi de onun emelidir. Şu küçük çizgiler de onun başına gelebilecek olan sıkıntılardır. İnsan bu sıkıntılardan birinden kurtulsa diğerinden kurtulamaz” (Buhârî, Rikâk, 4).” Yine insan ve ecel arasındaki ilişkiye çarpıcı bir örnek olarak şu kıssayı verebiliriz. Hz. Ömer, Şam’a giderken orada salgın hastalık bulunduğunu haber alınca, tedbir amacıyla Şam’a gitmekten vazgeçer ve geri dönmeye karar verir. Bunun üzerine kendisine “Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye soranlara “Evet, Allah’ın bir kaderinden, yine Allah’ın başka bir kaderine kaçıyoruz” der (Buhârî, Tıp, 30). Ecel var fakat bu emele mâni değil. Allah insana ecel ile bir sınır koymuş olsa da emel etme noktasında bir sınır koymamıştır. İnsan dilediğince ve dileğince emel besleyebilir. Emel olmadan insan yaşamda bir anlam bulamaz. İnsana mücadele ve dayanma gücü veren en güçlü içsel kaynaklardan biri emellerdir. İnsan, emel etmekten geri durmamalı. Lakin emellerimiz sadece dünyevi olmamalı. İnsanın uhrevi emelleri de olmalı. Bu sayede sonlu, elemli ve sınırlı bir hayatla sonsuz, sınırsız ve elemsiz başka bir hayatı kazanabiliriz. Sözlerime Edib Ahmed Yükneki’nin Atabetü’l Hakâyık (Gerçeklerin Eşiği) isimli eserinde mısralarla son veriyorum; “Yine öğüdümü dinle, uzun olmasın emelin, Ecel saklıdır, altında emelin.” Vesselam…