Sosyal medyada Üsküdarlı Hafız Ali Efendi’nin Baki Süha Edipoğlu’nun “Yedi Tepeden Yankılar” adlı radyo programındaki röportajına denk geldim. 1963 yılına ait bir ses kaydı bu. Sonra Cemil Meriç’in 1975 tarihinde TRT kanalında yaptığı bir konuşmayı da ben yayınlamıştım. Bu iki videoyu kaç kez izledim sayısını unuttum. Öyle ki çıkan her kelimenin bir ahengi, ritmi ve tınısı var. Öylesine zengin bir dil ki, konuşanın ağzından çıkan her kelime sizi büyülüyor ve zihninizde sınırları fevkalade geniş, muazzam büyüklükte bir dünya inşa ediyor. İhsan Fazlıoğlu bir ara şöyle demişti; “Dil, sözcükler ve kavramlar bir mekân oluşturur. Bu mekânın da kendine göre bir anlam değer dünyası olur.” “Eğer kelimeleri muhtevasından kopartırsanız” diyor Fazlıoğlu, “Bu mekânı da tahrip edersiniz. Tahrip edilmiş bir mekânda şiir, sanat, mimari ve felsefe gelişmez. Kavram karmaşası yaşanır ve birlik parçalanır dolayısıyla ortak bir akıl inşa edilemez.” Bugün ortalama iki yüz kelime ile konuşulan bir ülkede nasıl bir tahribatla karşı karşıya olduğumuz ortada değil mi? 2021 yılında Yunus Emre’nin vefatının 700. senesi vesilesiyle tertiplen “Türkçe Şûrası’nda konuşan Necmettin Evci şöyle demişti; “Varlığın tökezlediği durumda dil, dilin tökezlediği durumda dimağ, dimağın tökezlediği durumdaysa hayat tökezler. ‘Nutkun tutulması’ diye ifade ettiğimiz bu tıkanıklık, hangi açıdan bakılırsa bakılsın anlamın yok olduğu, anlamın neden yok edildiğinin izahının yapılamadığı, yapılsa da anlaşılamadığı durumlardır.” Bizim başımıza gelen de budur. Nihat Sami Banarlı’nın “Türkçe’nin Sırları” adlı kitabında da ifade ettiği gibi milletlerin olduğu gibi kelimelerin de tarihi vardır. Bir milletin ataları asırlarca o kelimelerle duymuş onlarla düşünmüş; birbirlerini ve evlatlarını o kelimelerle sevmiş ve bu kelimeleri tamamıyla milli bir sanatla işleyip Türk yapmışsa, evlatlar artık o kelimelere düşman kesilemezler. Çünkü bu kelemeler bizim zafer ve şeref hatırlarımızdır. Malumunuz her dil imparatorluk dili olamaz çünkü her millet imparatorluk kuramaz. Bizler koca bir imparatorluğu dille büyüttük, genişlettik ve şereflendirdik. Açıkçası şimdi o yitirdiğimiz dili arıyoruz. Çölde su arar gibi. Çünkü kelimelerle çok oynandı bu ülkede. Ve bu, hala devam ediyor. Oysa kelimeler milletindir. Örneğin son zamanlarda “sürdürülebilirlik” gibi mana ve muhteva bakımından bomboş bir kelimeyi ısrarla lügatimize sokmaya çalışıyorlar. Sami Banarlı’nın ifadesiyle, insanın üzerinden düşüyor ve dökülüyormuş gibi tuhaf sesler veren kelimeler uyduruluyor. Bugün uydurulan kelimeler bu milletin sesi değildir. Bizim elimizden alınan şey aslında iç dünyamız… Ruhumuzun derinliğine inip orada bozgunculuk yapmak niyetindeler. Artık kendi kelimelerimizin muhtevasını idrak edemez ve kendi kelimelerimizle düşünemez hale geldik. Bakınız Türkçe’de sadece “düşmek” kelimesinin yüz elliden fazla manası olduğunu biliyor musunuz? Bu denli zengin ve Türkçeye tad veren kelimelerimizi her gün tek tek yitiriyoruz. Kelimelerini yitiren bir toplum bir araya gelip konuşamaz, ortak bir duygu ve düşünce etrafında bir araya gelemez. Çünkü dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünceyi anlatamazsanız ortada kültür ve tarih bilinci de kalmaz. Dolayısıyla sanat, felsefe, mimari ve bilim de gelişmez/gelişemez. Dil tesir gücünü maalesef yitirdi. Oysa Yunus Emre’nin de dediği gibi “Dil varlığın evidir, hikmetin yoludur.” Düşünce dile bağlı olarak gelişir, dil de düşünceye bağlı olarak zenginleşir. Toplumun sahip olduğu dil ne kadar zenginse orada sanat, kültür, bilim ve felsefe üretimi de o oranda zenginleşir. Bugün kelime dağarcığımız gittikçe geriliyor. Şair İsmet Özel; “Böyle devam ederse 100-150 yıl sonra Batı dilleri Türkçeyi yutacak ve dilimiz yok olacak” diyor. Özellikle bu alanda ciddi bir seferberlik ilan edilmelidir.