İstisnalarınız hariç, Ey Amerika ve Batı; siz asla insan değilsiniz ve insan olamamışsınız çünkü insan insana vahşi davranmaz veya vahşete seyirci kalamaz! Siz küresel ve diplomatik yamyamlığınız ile zulüm yaparak veya zulme sesiz kalarak, zulümle beslenmekle insanlıktan çok uzaksınız! Ey Batı’nın zulüm yapan ve yapılan zulme sessiz kalan dışı insan, içi çevrilse en vahşi hayvan yaratıkları: İnsan hakları, barış ve demokrasi gibi çiğnediğiniz sakız nefes borunuza kaçsın; medeniyet, barış, insan hakları, demokrasi diye diye çırpınıp yok olasınız! Ey bebeklere, yüreği yanık analara en ağır silahlarla ve yüz binlerce ton bombalarla saldıran, okul ve hastane bombalayan, inanç özgürlüğüne hançer söküp ibadethaneleri bombalayan alçak ve kuduz sürüsü İsrail’e sesiz kalan liderler ve çirkef diplomasileri; poşetlere doldurulan çocuk cesetlerini görünce, kendi çocuklarınıza nasıl bakıyor, nasıl kucaklıyor ve nasıl öpüyorsunuz? Gazze’de çocuğunun öpecek yüzünü bulamayan analara – babalara hangi medeniyetten, ilericilikten, vicdan ve demokrasiden, adaletten bahsedeceksiniz? Bize medeniyetten, ilimden; galaksilerden, yıldızlardan kara deliklerden bahsetmeyin; Lan! Asıl kara delikler sizlersiniz… Haberleşme özgürlüğü var deyip, gazetecileri Gazzeli mazlumlarla birlikte katleden sizler değil misiniz? Ya o Arap liderleri? Entariler içinde geğire geğire zulme sessiz kalarak yesinler ama bir gün Allah onları öyle bir kusturacak ki… Ey asırlardır insanlığı tükenmiş Batı ve Siyonist İsrail’in alçak zalimleri: Nesli tükenen hayvanları, balinaları kurtarmaya çalışırken, Gazzeli ailelerin, kadınların namusuna el uzatan ve hunharca katleden; sevgilileri, eşleri birbirinden koparan haydut ve küresel mafya İsrail’e sessiz kalarak, vahşetin ortağı, insanlığın artığı olmuşsunuz! Sizler hangi yüzle eşlerinize: Canım, aşkım diye sarılıyorsunuz ve onların namuslarına helal gelmesin diye ne yüzle sakınıyorsunuz? (!) Ey belgeselleri ve filmleri ile kendilerini insan ve medeni gösteren; Ortadoğu’yu ve Asya Müslümanlarını barbar gösteren beyin hücrelerine kadar gaddar olan Batı’nın ilim yalamış diplomalı vahşileri: Dünyanın nüfusunu beş yüz milyona düşürmek düşüncesini kendinizi imha ederek gerçekleştirin çünkü sizler yeryüzüne çok ağır geliyorsunuz… Şimdi değil ey çocuk! Şimdi ölmek zamanı değil! Ey Gazze’nin baba şefkatini, ana kucağını tatmamış ihtiyar çocukları; şimdi ölmek zamanı değil… Elbette ölüm haktır ve mukadderdir. Gücümüz gitmeye yetmeyecek ebedî ve saadet dolu âlemlere; hatta libasımız bile kâfi gelmez yere ölüm bileti ve kabir denen cennet vasıtası ile gidilir… Ve ölüme baş göz üstüne deriz… Ey Gazze’nin acıdan heykelleşmiş çocuğu: Zalim İsrail’in çöküşünü, ananın – babanın, kardeşinin ve yiğit Filistinli ağabeylerinin, ablalarının intikamının alındığını gör. Çünkü sende öyle bir yüksek ruh var ki; kahpe ve şerefsiz İsrail’in çöktüğünü görmen sana cennetler sevinci, heyecanı yaşatacaktır. Asıl cennetten önce bu fâni dünyada baş gözü ile alçak İsrail’in yıkılışını, İttihâd-ı İslâm’ı görmek cennet nimetlerine bir mukaddime başlangıç olacaktır. Sadece sana mı ey çocuk bizlere de bu dünyada o gaddar ve insanlıktan çıkmış hainlerin çöküşünü yere batışını gebermelerini, yok olmalarını görmek hem vallahi, hem billâhi cennetten önce burada cennet sevinci yaşayacaktır. Ya İlahî, Ya Rabbel âlemin zalim İsrail’in kahroluşunu görmek isteyen müminlere dünya gözüyle görmeyi nasip eyle. Ey Gazze’nin yürekleri yanık yürekli çocukları: Ne sizler, ne de biz ölümden korkumuz yoktur! Bu sözler naz makamında söylenmiş sözler ve Rabbimizin de bunları dua olarak kabul edeceğine imanımız tamdır… Allah’tan dileğimiz budur ki: Lanetli millet olmayı hak etmiş o soysuz İsrail’in kahrolduğunu görmek bizlere öyle büyük bir lütuf olacaktır ve sonsuz kudret sahibi bunu bizden esirgemeyecektir. Ölümden ancak diri olmaktan; vicdanlı, merhametli, adaletli ve medeni insan olmaktan korkanlar korkar! Son sözü İslam dünyasının acılarıyla çilekeş olmuş büyük dava insanı Bediüzzaman’a bırakıyorum, selamlar… “Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, inkıraz değil, sönmek değil, firak-ı ebedî değil, adem değil, tesadüf değil, fâilsiz bir in’idam değil. Belki bir Fâil-i Hakîm-i Rahîm tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekândır.”