Yazar Deborah Cadbury, The Washington Post’taki bir yazısında şöyle diyordu; “Otoriter yöneticiler, totaliter hükümetlerinin bir parçası olarak uzun süredir okulu bir kontrol merkezi olarak kullanıyor.” Michel Foucault da disiplin altına alınmış bir toplumun kuşatıcı ortamlarından ve kurumlarından bahseder. Bunları da aile, okul, hapishane, kışla, hastane ve fabrika olarak sıralar. Bunlar kuşatmanın disipline edici mekânlarıdır. Disipline edilecek kişi sırasıyla bu ortamların birinden bir sonrakine geçer. Bu esnada da kapalı bir sistem içinde hareket etmektedir. Bu ortamın sakinleri mekân içinde dağıtılabilir ve zamansal olarak sıraya sokulabilir. Ben buna bugün sosyal medya ve interneti de ilave ediyorum. Bakınız, Bentham’ın panoptikonunun sakinleri disipline edilme amacıyla birbirlerinden yalıtılır ve birbirleriyle konuşmaları yasaktı. Dijital panoptikonun sakinleriyse birbirleriyle yoğun bir iletişime girer ve kendi arzularıyla her şeylerini ifşa ediyorlar. Byung-Chul Han tam da bu noktada kendini özgür sanan performans öznesi aslında bir köledir” diyor. Yani efendisi olmaksızın kendini gönüllü olarak sömürmesi ölçüsünde mutlak köledir. Zira onu zorlayan bir efendisi yok. “O yüzdendir ki” diyor, “neoliberalizm bizzat özgürlüğü sömürmeye yarayan çok verimli, hatta zekice bir sistemdir.” Hal böyle olunca bizi disipline etmeye çalışan panoptikonlardan kurtulur kurtulmaz yeni, çok daha güçlü bir panoptikona teslim ediyoruz kendimizi. Ve bunu inanın gönüllü yapıyoruz. Ve küresel büyük sıfırlamacı elitlere mahremimize varana kadar hayatımızın her alanıyla ilgili ciddi veriler gönderiyoruz. İşin aslı şudur; tüm dünyada bilhassa gençler, ileride tesis edilecek olan polis devletine ayak uydurmak üzere eğitiliyor. Erich Fromm’un “Eğitim, insan gibi davranan makineler yapar ve makine gibi davranan insanlar üretir” tespitinden yola çıkmış olmalılar ki dünyada Rockefellerci zihniyetle eğitim modernize edildi. Sonra da kör, sığ, kaba, ultra ırkçı, medeniyet ve kültür karşıtı eprimiş bir zihniyeti bize muasırlaşmak diye yutturmaya kalktılar. Bu hapı yutan, doğrudan zihni bulanıklaştı ve ciddi bir bilinç kayması yaşadı. “İnsanlar, cehaletin kalın perdesi arkasından, gerçeği göremiyorlar. Katillerine kucak açıp onları alkışlıyorlar” demişti ya Goethe. İşte tam da bu ruh hali sardı insanları. İnsan yerine bireyi, gelenek yerine günceli, tarih yerine nostaljiyi, ahlak ve değer yerine pragmatizmi koyan bir döngünün içinde kıvranıp duruyorlar. Öyle ki modern eğitim anlayışı, insanı değersizleştiren ve ona zarar veren bir duruma evirilmiştir. Bu öyle bir durum ki geçmişin fiziksel sakatlanma, sömürü ve işkencesi bugün yerini “eğitim” adı altında ruhsal işkenceye bırakmıştır. Benim asıl vurgulamak istediğim şu; küresel elitler eğitim aracılığıyla önce devletlere itaatkâr vatandaş yetiştirmek sonra da aynı itaatkârlığı kurulacak yeni dünya düzeni sistemine uyarlamak niyetindeler. O yüzdendir ki okulu, yeni dünya düzenin ihtiyaç duyduğu alışkanlıkların ve davranış kalıplarının üretildiği bir fabrika olmaktan çıkarıp ayakları yere sağlam basan bambaşka kurumlara döndürebiliriz. Aksi halde, itaat, uyum, kendine yabancılaşma ve akıl yürütme eksikliği ve akabinde çok ciddi bir kimlik bunalımı yaşanacak toplumda. Zira internet, okuldan daha önde gidiyor. Demem o ki, bugün insanoğlu doğrudan hedefte. Fıtri özelliklerimiz tehdit altında. Her bakımdan uyanmamız şart!