Almanya’da geçen hafta sonu yapılan seçimler elbette ülkenin kendi iç siyaseti ve dengeleri içerisinde bir anlama sahiptir ve buna göre yorumlanabilir. Birlik partileri ve Hıristiyan Demokratların önde çıkmasının sürpriz bir yönü yok. Ancak üçüncü olan SPD’nin oylarını neredeyse ikiye katlayarak artırmış olması bir diğer kaydedilecek husus. Almanya’daki bu seçim sonuçlarının gerek Avrupa gerekse dünya konjonktüründeki toplumsal gelişim ve taleplerle belki ilintileri kurulabilir. Burada iki noktaya dikkat çekebiliriz. Birincisi, “Muhafazakar”lığa doğru yönelimler. İkincisi, aşırı sağın giderek daha da yükseleceğine dair görünen işaretler. Bu ikisi arasında olumlu olduğu kadar olumsuz ilişkiler de kurulabilir. Fakat kanaatimizce bu iki husus arasında toplumsal durum dikkate alındığında birbirini besleyen içerikler olduğunu söyleyebiliriz. Analizleri içeriklendirebilmek için Avrupa’nın geldiği yeni toplumsal duruma kısaca bakmakta fayda var. Aydınlanma’nın değerleri çerçevesinde inşa edilen Avrupa, insan haklarından laikliğe kadar bir dizi kavramı modernlik dolayımlı olarak yaygınlaştırmaya çalıştı. Bireyi merkeze yerleştirme, seküler içeriklerle bir toplum inşa etme ve nihayetinde rasyonel edimler gerçekleştirmeyi hedeflemişti. Bir şekilde bu ilkelere bakarak bir takım sorunlar halledilebilecekti. Fransız İhtilali bilindiği üzere çok çalkantılı bir toplumsallık yaratmıştı. Devrimi takip eden yıllarda karşı devrimler ve karmaşıklık devam etmişti. Böyle bir karmaşa durumunda muhafazakarlığın doğuşu ve gelişmesi, en azından değişimlerin geçmişle bir denge içerisinde götürülmesi anlamında düşünülmelidir. Sonraki zamanlarda muhafazakarlığın siyasette görünürlüğünün artmasında, bu tür hızlı değişim ve karmaşa hallerinin artması etkili olmuştur. Uzun zamandır dünya ölçeğinde ekonomik, siyasal, sosyal krizler tedrici olarak artma eğilimleri göstermektedir. Küreselleşmenin getirdiği belirsizlikler, ekonomik paylaşımda adaletsizlikler dünyada yeni arayışları birlikte getirmiştir. Buna ilaveten Rusya-Ukrayna savaşından mülhem Avrupa’nın yaşadığı ekonomik sıkıntılar var. Bir kere Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri bundan 30-40 sene öncesinde olduğu gibi ekonomik rahatlık içerisinde değiller. Dünyada farklı güç odaklarının oluşumu ve eski sömürge düzeninde zayıflamalar da ekonomik sorunlarda bir rol oynamaktadır. Bunların yanı sıra sosyal krizler de baş göstermiş durumdadır. Almanya’da bireysel uyuşturucu kullanımı serbest bırakıldı. Aile kurma konusunda isteksizlik, çocuk sayısında düşme, yalnızlık ve hayatın anlamına dair problemler devlet stratejilerinde de değişimlere sebep olmuştur. Dolayısıyla aile ve nüfus politikaları geliştirme, sosyal stratejiler üretme bağlamında devlet kendisini işlevsel kılmaya çalışmaktadır. Burada iki noktaya dikkat çekilebilir. İlki, alttan gelen talepler doğrultusunda “muhafazakar”lığın tedrici yükselmesi. İkincisi, devletin Avrupa’nın değerlerler setinden gerekirse mesafe alarak ve hatta kilise ile ilişkiler kurarak stratejiler üretmesi. Diğer yandan Avrupa’da ve Almanya’da göçmenler üzerinden ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel sorunlara dair tartışmalar yükselmektedir. Öyle ki, giderek daralan ekonomi ve artan göçmenlik bir güvenlik sorunu olarak da konuşulmaktadır. İnsan hakları, laiklik vb. değerler üzerinden bu sorunların tartışılması sürece yayılmaktadır. Doğrusu SPD gibi partilerin yükselişi, bu tür sorunların pragmatik biçimde çözümüne dair beklentilerle ilgili görünmektedir. SPD gibi partilerin söylemleri takip edildiğinde bu durum rahat bir şekilde izlenebilir. Esasen Trump’ın tavırlarında da benzer durum ileri boyutlarda devam etmektedir. Yani sorunlar için ortaya yeni değerler seti konulamadığı için faşizan yaklaşımlar dünyada artma eğilimi göstermektedir. Diğer yandan muhafazakarlık üzerinden yeniden dinle temaslar artmaya başlamıştır. Fakat burada tehlikeli olan bu iki eğilimin faşizanlık üzerinden ittifakıdır.